24 Şubat 2009 Salı

İLÇE MERKEZİ TAŞINIYOR


1915 sonlarında kaza merkezini emin yerlere taşımak üzere memurlar yola çıktı, değişik yerler denendikten sonra nihayet 27 Mayıs 1916 tarihinde Anaypazarı’nı kaza merkezi yaptılar. Gilindire’nin ileri gelen tüccarları da ilçe merkezine göçtü.
9 Mart 1912 yılında Gilindire’de doğan, Tapucu Mehmet Efendi (Mehmet Tevfik Teoman) ve Şerife Hanım’ın oğlu, şair, araştırmacı yazar ve öğretmen A. Zeki Teoman bu konuda şu bilgileri veriyor:
“1900 yılları Türkiye için felaket yıllarıdır. 1912'de Balkan Devletleri Türkiye'ye, 1913 yılında İngilizler Süveyş Kanalı'na saldırdı. Akdeniz, savaş gemilerinin kol gezdiği, korsanlık yaptığı bir su ülkesi haline geldi. 9 Mart 1912 günü İngiliz bandıralı bir Yunan savaş gemisi Gilindire limanını topa tutar. Kentin kuzeydoğusundaki Büyük Alan'da otlayan sürüleri alıp götürürler. Olay, kentte korku ve kuşku yaratır. Yetkililer ilçe yönetimini, önce Hacıbahattin Köyü'ne, 1914'te Şeyhömer Köyü'ne taşırlar. Savaş korkusu ve göçebelik durumu, Silifke Sancağı’yla Adana Valiliği'ne bildirilmiştir. İlçe yönetimi, 1915 Mayısında Bozağaç Köyü'ne getirildi. İlçenin kaymakamı, bu göçebelikten bıkmış, görevini bırakıp İstanbul'a kaçmış; ilçe baş­sız kalmıştır. Zeyne ve Ovacık bucak müdürleriyle köy muhtarları ve ilçe yöneticileri Bozağaç Köyü'nde toplandılar. Toplantıya Müftü ve­kili Müderris Mustafa Fevzi (Kırıt) Hoca başkanlık etti. Kısa bir ko­nuşmadan sonra memurların en yaşlısı Tapu Memuru, Qxford çıkış­lı Mehmet Tevfik Teoman'ı kaymakam vekili seçtiler. Yazı İşleri Müdürü Ahmet Şevki Göklevent, Malmüdürü vekili, Gilindire Med­resesi Müderrisi Mustafa Fevzi (Kırıt) Hoca'dır.
İlçe yönetimi 1916 yılı ilkbaharından İtibaren Hanaypazarı’nda konaklamasını saptar. Hanay, büyük demektir. Hanaypazarı o zaman böğürtlen ve tesbih çalılarıyla, çevresi de çam ormanlarıyla kaplı üç tepe arası bir düzlüktedir. 50 yıldan önce yörüklerin Arayurt ve Irmasan Yaylaları'nda kurdukları Hanaypazarı, 30 yıldan beri burada ku­rulmaktadır. Çünkü burası hem ilçenin ortası, hem Silifke'ye yakın­dır. Her tür üretsel alışveriş burada daha kolay yapılmaktadır. 27 Mayıs 1916'da ilçe yöneticileri, Hanaypazarı'na geldiler. Kaymakamlık çadırını şimdiki çarşının ortasına kurdular. Dolayına da diğer daire­lerin çadırları kuruldu. O günün anısı olarak dualarla bir de çınar di­kildi. Çukurasma, Tozkovan, Delikkaya Köyleri memurlara kirasız ev sağladılar. Birer de irisinden gelip gitmek için eşek buldular. O yıl pazar, haziran başında sergilendi. 30 ağustosta Silifke'den, 16 Kasım’da Adana'dan, ilçe merkezinin Hanaypazarı’nda kurulması için (olur) emri geldi. Haber hemen köylere yayıldı.” ( F.Saadet Bilir, Gülnar; Teoman, 1985, S: 202)
M. Remzi GÜRCAN ise Kaymakamlığın Gilindire’den Gülnar’a taşınmasıyla ilgili olarak 23-3-1953 tarihli Dünya Gazetesi’nde şunları yazmıştır:
“Birinci Cihan Harbinden sonra, 8 Teşrinievvell 1331 tarihinde Dahiliye Nezaretinden vilâyet vasıtasiyle kaymakamlığa gelen şifreli bir emirnamede, sahilin tehlikeli olduğundan bahisle, «kuyatıresmiyenin mahfuz mahallere kaldırılması » emrolunmuş. Bunun üzerine kaymakam Gani Bey (Urfa) samimi görüştüğü arkadaşları ile istişarede bulunarak, bilumum memur ve ailelerini ve resmî kayıtları ihtiva eden evrak ve defterleri develere yükleterek, 14 teşrinisani 1331 tarihinde hükümeti (muvakkaten) Gilindire’den Anaypazarına nakletmiş ve o tarihten bu ana kadar Gülnar’ın merkezi Anaypazarı olmuştur.”
TÜRKLERLE RUMLAR BİRLİKTE YAŞIYOR
Gilindire’nin nüfus yapısı ve halkının gelir kaynakları hakkında elimize geçen ilk yazılı belge, Vital Cuinet’nin 1891 yılında Paris’te Ernest Leroux tarafından basılan La Turquie d’Asie adlı eserinin 2.cildidir. Burada yazar şu bilgileri vermektedir: “Bu küçük kasabanın nüfusu sadece 210’dur ve halkın hemen hemen hepsi Kıbrıs ya da Alanya’dan göçüp gelen Rumlardır.”
Tanin Gazetesi yazarlarından Ahmet Şerif 1910 yılında Gilindire ile ilgili olarak şunları yazar:«Halk İslam ve Rum'dur. Rumlar daha kalabalıktır. İki taraf birbirleriyle pek güzel geçiniyorlar, diyebilirim ki, burası bir birlik örneğidir.»
Her iki yazarın da belirttiği gibi Türklerin ve Rumların birlikte yaşadığı küçük bir yerleşim yeridir Gilindire. 1900’lü yılların ilk çeyreğinde zaman zaman ezan, zaman zaman çan sesinin duyulduğu bu ilçe merkezinde, bir tarafta uluslararası bağlantıları olan, ekonomik yönden daha güçlü, ev ve tarla sahibi, ticaret ve sanat yaşamını elinde tutan Rumlar, diğer tarafta dünyaya kapalı, hayvancılıkla uğraşan, hayvansal ürünler ile tabiatın sunduğu keçiboynuzu, meşe palamudu gibi orman ürünlerini toplayıp satan çoğunluğu göçer Türkler.
Rumlar, liman çevresinde otururlar. Yapı ustası, demirci, kalaycı, fırıncı, ayakkabıcı, fes kalıpçısı, boyacı, berber, meyhaneci hepsi onlardan. Bazı Rum tüccarlar, Kıbrıs’tan fasulye tohumu getirip yarıya ektirirler. Sonra da ürünleri dışarıya pazarlarlar. Kasabanın tek değirmeni de onların elinde. Liman çevresindeki çok sayıda mağaza da Rumlara ait. Göçerlikten yerleşik düzene geçmeye çalışan Türkler, Hacıbahattin’in batısında büyük bir köy kurarlar, adına da Purgulu derler; tarım ve hayvancılıkla geçinirler. Dağlık yörelerde yaşayan göçebe halkın hayvansal ürünleri ile tabiatın sunduğu keçiboynuzu, meşe palamudu gibi orman ürünler kasabaya getirilir, Rumlar tarafından dış pazarlara satılır.
O günleri bizlere nakledebilecek kişiler bulduk ve anımsayabildiklerini aktarıyoruz:
"Çarşının içinde hiç Türk evi yoktu; batıda Bakkaloğulları’nın, Ortada Gilli Hüseyin’in, doğuda ise Şerif Mahmutların evi vardı. Çarşının içi hep Rumlarındı. Papaz çanı çalınca, kadınlar ellerinde mum kiliseye giderlerdi. Yapı ustası, boyacı, berber, demirci, kunduracı, fes kalıpçısı, kalaycı hep onlardı. Rum ustalar evlerde kireç kullanırlardı. Soğuksu’daki değirmenin yanındaki iki katlı evin ilk katını Toma yaptı. Toma yapı ustasıydı ama işi gücü antika aramaktı. İkinci katını sonra ben yaptım. Gilindire’de Kaymakamlık binası ve postanenin bulunduğu burunda, yolun solunda tek katlı çok büyük bir ev vardı. Sahibi Narko. Soğuksu’daki değirmen de Narko’nundu. Narko tüccardı. Türklerden aldıkları malın karşılığını altın lira ile öderlerdi, kâğıt para da yeni çıkmıştı ama genelde sarı lira kullanılırdı. Jandarma karakolunun bulunduğu bina Bandeli’nindi. Bandeli tüfekçi demirciydi. Ali Kiya, Kuyu Gediği’nde tarlanın içindeki kireçli yapıda bulduğu paradan ikisini Bandeli’ye göstermiş. Bandeli hemen satın almış ve ‘daha varsa getir’ demiş. Ali Kiya kalan paraları da satmış. Bandeli paraları aldıktan sonra ortadan kayboldu. Olay duyulunca, Hükümet geldi, kapısını kilitledi. Daha sonra Muhtar Fettah Kiya, bazı adamlar ve jandarmalar, Bandeli’nin evinde ne varsa alıp Gülnar’a maliyeye götürdüler.
Babamın bir Rum arkadaşı vardı. Benli kalaycı. Gidecekleri zaman merkebi ile bir kat yatağı bize bıraktı. Cumhuriyetin ilanından sonra gittiler, ben o zamanlar galiba 15 yaşlarındaydım."1326 (1910) Gülnar doğumlu ALİ KESKİN
"Narko zengin bir tüccardı. Her köyde bir adamı vardı. İlibas’ta Hacı Efendi; Şomur’da Deli Halil; Söğüt’te Hüsül Ali; Arı Obası’nda Kır Halil Kiya; YeniYörük’te Azgınoğlu M. Ali Efendi. Bu adamlar köylerinden davar, bal, yağ, salep ve çeft alıp gelip Narko’ya satarlardı. Ticaret sarı lira ile olurdu. Soğuksu’daki değirmen onundu. Ayrıca İskele’de burunda güzel kocaman bir de evi vardı. Rumların gidişini biliyorum. Gidiş tarihlerinden emin değilim ama herhalde 15 yaşlarındaydım." 1326 (1910) Gülnar doğumlu MUSTAFA BÜYÜK
"O günlerden aklımda kalanlar, Narko, Berber Petro, Toma, Bandeli ve Petro’nun güzel kızı. Berber Petro, Kiyaoğlu’nun dükkânın sahibiydi, orada ayakkabıcılık yapardı. Çok güzel bir kızı vardı. Baloğlu’nun şimdiki evinde otururlardı. Rumların Gilindire'yi terk edecekleri günden bir önceki akşam, Deli Halil ile Tahsin kızı kaçırmak istiyormuş. Durumdan haberdar olan Petro, tahtalardan küçük bir sal yapıp kızını ona bindirerek evindeki sarnıca sarkıtmış. Kızcağız gecenin karanlığında büyük bir korku içinde sabahın olmasını beklemeye başlamış. Kızı kaçırmaya gelen gençler tüm evi aramış taramışlar ve eli boş dönmüşler evlerine. Sabahleyin kızı balkonda görünce de çok şaşırmışlar. Narko zengindi ticaretle uğraşırdı. Karşıdaki burunda, deniz kenarında kocaman bir evi vardı. Soğuksu’da değirmen işletirdi. Yörükler yağ, peynir, deri, meşe palamudu satardı ona. Narko da yelkenli ile dışarıya gönderirdi. Bandeli, Karakolun sahibiydi, Toma ise duvar ustasıydı.” 1907 Gülnar doğumlu AHMET GÜLÜM.
"Hacıfili, Fasile, Bandeli, Narko, Toma, Navıklı, Yorgi, Heleni, Benli, Kör Kalıpçı aklımda kalan Rumlar. Kör Kalıpçı fes yapardı. Toma’nın fırınları vardı, ben ona odun satardım. Bir eşek yükü odun 40 paraydı. Toma aynı zamanda duvar ustasıydı. Narko tüccardı. Burunda evi vardı. Soğuksu’daki değirmen de onundu. Kıbrıs’tan fasulye getirir ya satar ya da yarıya ektirirdi. Ambarı vardı Narko’nun. Oğlu Sava namussuzun tekiydi. Bizim erkekler Seferberliğe katılınca buradaki kadınlara kızla sarkıntılık ederdi. Balıktaşı’nda dinamit atacakken geç kalmış ve dinamit elinde patlamış. Yorgi benim dükkânın eski sahibi. Yorgi kasaplık yapardı. Kızları vardı. Kızlarından birine Kalaycı Hacı sarkıntılık etmiş. Yorgi de onun dizine bir iğne batırmış, Hacı da topal kaldı." Gülnar 1327 (1911) doğumlu HASAN ALİ SAZAK
"Köyyeri’nde oturuyorduk. Yorgi adında bir demirci ustası komşumuzdu. Oğlu Anestos arkadaşımdı. Seferberlik’te altı yaşındaydım. Diğer Rumlar Köyyeri’ne alışverişe gelirlerdi. Bandeli diye çok iyi bir demirci ustası vardı. Babam ondan bir orak satın aldı. Eskidi ama hâlâ elimizde. Narko vardı, zengin tüccardı, değirmeni vardı. Ben Yorgi’yi çok iyi tanıyorum. İzmir’e Yunanlılar çıkartma yapınca buradaki Rumların onlara casusluk yaptığı söylenirdi. İzmir bizim elimize geçince, o taraflardaki Rumlar göçmeye başlamıştı. Yorgi babama 'Bu göç işi bir gün bizim de başımıza gelecek' diyordu. Yorgi gitmek istememişti. Babama 'Beni sakla' diyordu. Tarihi pek hatırlamıyorum. Yeni delikanlıydım, daha askere gitmemiştim Rumlar göçtüğünde. Tek bir gemiyle akşamüstü yola çıktılar.” Gülnar 1327 (1911) doğumlu M.ALİ SALMA (YUSUF MEHMET)
"Merkez camiinin önündeki çeşmeyi Rumlar, Jandarma karakolunun yanındakini ise Türkler kullanırmış. Akşamüzeri Türk kadınları, ellerine testilerini, helkelerini alarak çeşmeye suya giderlermiş. Sırası gelen suyunu doldurup evine dönermiş. Sona bir ya da iki genç bayan kalınca, Rum delikanlılar kadınlara laf atıp sarkıntılık edermiş.
Bu olaydan utanç duyan ve kendine güvenen bir babayiğit Türk, çeşmenin üst tarafındaki çalının içine gizlenmiş ve gözetlemeye başlamış. Sona kalan genç kıza iki üç Rum genci sarkıntılığa başlayınca, saklandığı yerden büyük bir hışımla fırlayan Türk, bir yumruk birine, bir tekme ötekine, Rumları yere sermiş. Nasıl olduysa Rumlardan biri kalktığı gibi, Türkün hayasını tutup olanca gücüyle sıkmış ve Uzun Irza Efendinin kardeşi acılar içinde kıvranarak yere düşmüş ve oracıkta hayatını kaybetmiş." (CEMİL AZGIN)
"Çarşıya girerken, solda deniz kenarındaki bakkal dükkânı Ayıalanlı Camız Şükrü’nündü ve Şakir çalıştırırdı. Üst katta köşk vardı, Aslan Efendi’nin köşkü. Aslan Efendi zengindi. İki Arabı vardı; ata binip bir yere gitse, Araplar da atlarına biner onu takip ederlerdi. Ayrıca hatırlı birisiydi. Bir gün Rumun biri Aslan Efendi’nin tam evinin önünde yüzüyormuş. Burada karı kız var neden yüzüyorsun diyerek çekmiş tüfeğini, basmış saçmayı. Rum yaralı vaziyette kaçmış. Aslan Efendi’ye soru sual yok tabii." (AHMET GÜLÜM)
İlçe merkezinin taşınmasıyla, Gülnar İlçesi’nin bir bucağı oluveren Gilindire'de sanat ve ticaretle Rumlar, tarım ve hayvancılıkla ise Türkler uğraşırdı. Dağlık yörelerde yaşayan göçebe halkın hayvansal ürünleri, dağlardan toplanan keçiboynuzu ve meşe palamudu kente getirilir, Rumlar tarafından dış pazarlara satılırdı.
RUMLARIN GÖÇÜNDEN SONRA GİLİNDİRE
1920’li yılların sonlarında Rumlar Gilindire’den ayrılınca, Gilindire’deki ekonomik işleyiş de değişime uğrar. Ticaret ve sanatla uğraşmak Türklere düşer. Bunun sonucu kentin ekonomik yapısı değişir. Dış ticaret hemen hemen durma noktasına gelir. On beş ya da yirmi günde bir uğrayan gemiler açıkta demirler, yörenin ihtiyacı olan tekel maddesi, diri tuz ve gazyağı getirir; meşe palamudu, kuru üzüm, keçiboynuzu, yağ, arpa, buğday, üzüm, fıstık ve yolcu alıp giderler. Yelkenli tekneler ise yılda bir ya da iki kez gelip canlı küçükbaş hayvanları İstanbul’a götürür.
Rumlar Gilindire’den ayrılınca, nüfus azaldı. Onlardan kalan ev ve tarlalar Maliye aracılığı ile satıldı. Dışarıdan gelenler veya parası olanlar Hazine’ye kalan Rum evleri ve tarlalarını 1930’dan itibaren taksitle satın almışlar. Hazine taksitini yatıramayanlardan satılan taşınmazı geri alarak ikinci bir ihaleyle başka kişilere satmıştır. 1940’lı yıllarda alınan tapularda bu tip kayıtları görmek mümkündür.
"Harputlu Süleyman Efendi, hamamın yanındaki tarlayı ve içindeki iki katlı evi satın aldı. Oğlu da Uzun Irza’nın kızı ile evlendi. Daha sonra bu eve Uzun Irzalar göçtü.” (AHMET GÜLÜM)
Ticaret ile uğraşmak için yeterli sermaye de olmayınca, Mersin ya da başka yerlerdeki tüccarlar adına mal alınıyor ve gemilerle yollanıyordu. Biraz parası olan ya da veresiye mal alıp sattıktan sonra ödemeye çalışan tüccarlar oluşmaya başladı.
"Nuh Efendi ile Harputlu Süleyman Efendi ortaklarmış ve ticaretle uğraşırlarmış. Çevre köylerden, hatta Büyükeceli’den bile, hayvan alıp Girit’e götürürlermiş. Bir seferinde hayvanları veresiye alıp yine dışarı gitmişler, ikisi de zevklerine düşkün insanlar oldukları için paraları oralarda yemişler. Dönüşte Kayınpederim Mehmet Remzi Efendi de Nuh Efendi’nin zorlaması sonucu onlarla ortak olmuş. Parasını alamayan köylüler, daha sonra kayınbabamın dükkânına gelmişler ve tüm mallarına el koymuşlar. Zor durumda kalan Mehmet Remzi Efendi’ye Kahyaoğlu el uzatmış. Dükkânını vermiş, basma, pazen artık başka ne satıyorlarsa onları da alıvermiş ve başlamışlar ortakçılığa. Aradan bir hayli zaman geçmiş ve bir gün kayınpederimin dükkânını soymuşlar.” ( ÖMER YALÇINER)
"İki bacanak Hacı Efendi ile Şerif Ali Efendi Gilindire’nin ileri gelen tüccarlarındanmış. Şerif Ali Efendi kızını (Selvi’den doğma Ayşe’yi) Harputlu Süleyman Efendi’ye vermiş. İki tüccar kefil olmuşlar ve Harputlu Süleyman Efendi’yi Adana’ya sandık emini yaptırmışlar. Bir müddet sonra, Şerif Ali Efendi bir torba parayla, Adana’dan Gilindire’ye gelmiş. Harputlu Süleyman Efendi hapse atılmış, Hacı Efendi’nin iki, Şerif Ali’nin altı dükkânı mühürlenmiş. Şerif Ali Efendi, İstanbul’a tanıdığı tüccarların yanına gitmiş. Bu arada el konulan dükkânlardan ikisindeki malları satılmış ve borç ödenmiş; diğer dükkânlara hiç dokunulmamış. Harputlu Süleyman Efendi de serbest bırakılmış. Şerif Ali Efendi haberi alınca yeni mallar ile birlikte gemiyle Gilindire’ye geri dönmüş."(HASAN KUŞ)
"Hükümet, Gülnar’a taşındıktan sonra da Belediye devam etti. Ne zaman kaldırıldığını hatırlamıyorum. Hatırladığım kadarıyla, Tevfik Yıldırım reisliğe bakıyordu. Harputlu Süleyman Efendi ile Uzun Irza üyeydiler. Bir tomruk meselesinden bir ay kadar hapiste yattılar." (AHMET GÜLÜM)
"30’lu ve 40’lı yıllarda halk, çiftçilik, balıkçılık ya da hamallıkla geçinirdi. Hemen hemen herkes hamallık yapardı. Ereşit Ağa hamalbaşıydı. Gemilere sandalla üzüm, fıstık ve yolcu taşınırdı. Gelen tuz, gazyağı ve tekel maddelerini boşaltılırdı. Dağlardan odun getirilip satılırdı." (HASAN ALİ SAZAK)

Hiç yorum yok: